KÖŞE YAZISI Haber Girişi : 17 Şubat 2021 07:07

MAHALLEMİ ÖZLEDİM, YA SİZ…

MAHALLEMİ ÖZLEDİM,  YA SİZ…

MAHALLEMİ ÖZLEDİM,

YA SİZ…

Uzun zamandır mahallemi yazmak istiyordum.

Benim çocukluğum, hatta gençliğim, hatta evliliğimin ilk

yılları, hep tek katlı evlerde geçti.

Mahallenin, komşuluğun ve de insana verilen kıymeti hep o

mahalleler de gördüm.

Yani şimdi oturulan apartmanlarda insanlığa kıymet

verilmiyor mu diye düşünmeyin. Elbet apartmanlarda da

insanlığa kıymet veriliyor. Ama, o tek katlı evlerde konunun

tadı ve iletişimin hali bir başkaydı.

Kapı çalınır, küçük bir çocuk elinde de bir kahve fincanı

beni annem gönderdi, misafir geldi de, evde kahve kalmamış

koş komşudan iste dedi, ben de size geldim.

Dolu fincanla teşekkür ederek gider. Olur a yarın da bizde

kalmaz biz de onlardan isteriz.

Yalnız o mudur yani kahvemi dir. Değildir tabi köfte

yapacaktır, bayat ekmek lazımdır, ama onlarda kalmamıştır.

Hiç aklına gelmemiştir gündüz soğan aldırmak, ama salata da

soğansız olur mu, olmaz tabi, koş komşudan varsa, bir tane

soğan iste denir çocuğa. O da koşar gelir, Gündüz almayı

unutmuşuz bir tane soğanınız var mı acaba ile başlayan

konuyu aktarır ve avucunda iri bir soğan ile koşturur gider.

ve

Komşunun erkeği gelir bu sefer, yahu soğuklar geldi geliyor,

şu soba borularını bir türlü denk getiremedim. Biliyorum bir

yerinde yanlışlık yapıyorum ama nerede bilemedim, acaba

bana yardımcı olabilir misin?

Tabi komşum hemen geliyorum dersin ve koşarsın.

Hani soğan verdiğin komşun vardı ya, küçük çocuk gene gelir

Annem kokmuştur dedi der ve içinde yeni kızarmış köfteler

bulunan mis gibi kokan tabağı eline tutuşturup koşarak gider.

Ne zaman bizim sokağa gelsem, kokular karşılar kediden,

köpekten önce.

Biliyor musunuz; her sokağın kendine has kokusu vardır.

Mesela sokağınız Alsancaktaysa ve aylardın da kış mevsimi ise

haşlanmış kuru fasülye kokar. Bizim o semtte bir şirketimiz

vardı, o nedenle iyi bilirim

Ben sadece evimizin olduğu sokağın kokusu ile iş yerimizin

sokağının kokusunu bilirim. Başkaları da kendi sokaklarının

kokusunu bilirler eminim.

Çocuklar oynarken birinin başı delinse, ya da dizi kanasa

sokakta ki komşular adeta seferber olur,

kimi sarı toz koşturur, kimi tentürdiyotlu pamuk, bir

diğeri de sargı bezi. O zamanın sokaklarındaki komşuların

böyle bir birlikteliği vardı.

Hiçbir şey getiremeyen çocuğun başını okşar ve o yakıcı ilaç

nereye sürülmüşse en azından geçti, geçti diyerek üfürürdü.

Bir komşunun evinden bir feryat yükselse, bütün sokağın önce

kadınları sonra da ve gerekiyorsa gelen habere göre erkekleri

devreye girerdi.

O sokakta bir hafta radyo açılmazdı.

Komşunun acısı varken, o bizimde acımız olurdu.

Komşunun helva karmasına bütün sokağın kadınları seferber

olur, helvadan sonra mutlaka bir Fatiha duası okurduk.

Hala öyleyiz, biz ne gördüysek onu aynen devam ettiririz.

Birinin oğlu sünnet mi olacak, bütün hanımlar görevlidir adeta.

Biz erkekler ise masa sandalye taşırız, donanma denilen ampulleri

Bir köşeden, diğer bir köşeye döşerdik, sonra da ev sahibine sorarız

yapılacak başka bir şey var mı diye…

Biz böyle gördük.

Haliyle insan o sokağın sıcaklığını arıyor.

Hadi mahalle bakkalına evinizin anahtarını bırakın da, benim

oğlan okuldan çıkınca gelip alacak deyin, bu zamanda göreyim

sizi…

Bakkal bütün sokağın girdisini çıktısını, sorunlarını ve

alacak verecek konularını zaten bilirdi. Biliyorsunuz o zaman

sadece bakkal, kasap, eczane gibi yerlerde kumbaralı

telefonlar bulunurdu.

Yuvasına madeni parayı koyar sürgüsünü sürer

öyle numarayı çevirirdiniz.

Dolayısıyla konuşmalarınızın tamamını bakkal dinler, bir

kısmını da o sırada bakkaldan alışveriş edenler dinlerdi.

Zaten arayan da bizi bakkaldan arardı.

Biz o zamanlar birbirinin her şeyini bilen, kolektif hareket

eden hayli kalabalık ve kocaman bir aileydik…

Biliyorsunuz o yıllarda bir telefon 10 – 15 yılda çıkardı ve bir Anadol Otomobil fiyatına el değiştirirdi.

Gazetelerin küçük ilan sayfalarında, telefon alıp satanların

ilanları her gün bayağı bir yer tutardı.

Çocuklar okuldan çıktıkları zaman, çantaları kale direği

yapar, üst, üste sarılmış gazete kağıtlarından yapılan toplarla

maç yaparlardı.

Açıkmış olan kendi evine gidip bir şeyler yer ve

gelirken de arkadaşına mutlaka bir yiyecek getirirdi.

Akşam oturmalarını hatırlıyorum da, o ne güzel bir hayattı

öyle.

Akşam üstü oldu mu, her kesin elinde bir hortum sokak

yıkardı. Sonra süpürülür, kapının önündeki çöp tenekesine

toplanan çöp atılırdı.

Şimdi onu evin içinde tutuyoruz o

tarihlerde, her gün çöpçüler kapıların önünden tenekeleri

toplar, arabanın içine silkeler, tenekeyi de eve doğru fırlatırdı.

Daha sonra, evin merdivenleri varsa, merdivenlere veya

kaldırım üstüne hasırlar, kilimler, ot yastıklar taşınır ve

yemekten sonra çıkıp orada oturulur, konu komşu ile yarenlik

yapılırdı. İnsanlar sosyalleşirdi.

Bir kapı önünde yeniler kavrulmuş karpuz çekirdeğinden,

mutlaka sağdaki ve soldaki komşulara da ikram edilir, tabak

geriye boş gelmezdi.

Bilenleriniz vardır, dolu giden tabak iadesinde dolu olarak

gelirdi, artık Allah ne verdiyse…

Bu arada çocuklarda saklambaç, körebe, istop, yakar top gibi

oyunları oynarken, daha yetişkinlerde, gece karanlığından

istifade göz süzer, mektup alışverişi yaparlardı.

Geleceğin penbe panjurlu evlerinin bir çoğunun temelleri o

yıllarda atılırdı.

Biz küçükken büyüklerin konuşmalarını dinlemeye bayılırdık.

Nedense o yılların modasımı dır, nedir, bütün anlatılanlar cin,

peri, iyi saatte olsunlar, şeytan ve korku hikayeleriydi.

Biz çocuklar artık korkudan bir birimizin içine girerdik adeta.

Sokağın başında bir komşumuzu elinde filesi ile geldiğini

görünce, elinden alıp evine kadar taşımak için arkadaşlarımızla

adeta yarış ederdik.

Öyle iyi niyetli çocuklardık eskiden biz…

Şimdikiler mi, hadi ben söylemeyeyim. Ama bizim mahallelerin çocukları gibi olmaları mümkün değil.

Fakat bu zamane çocuklarının da bir özelliği var ki, takdire şayan elektronik konusunda bilmedikleri yok. Hele telefonundan bir şey soracak ol. Sana içini, dışını üç dakikada anlatırlar.

Ama ben onları hiç saklambaç, körebe, çelik çomak ya da meşe oynarken görmüyorum…

Onlar adına üzülüyorum.

Bu çocuklar, çocukluk yapmıyorlar ki…