GÜNDEM Haber Girişi : 22 Ekim 2018 15:57

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları üçüncü hafta programı tamamlandı

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları  üçüncü hafta programı tamamlandı

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları

üçüncü hafta programı tamamlandı

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan anlaşmalar çerçevesinde, Türkiye hükümetince uygun görülen ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Türkiye’deki Irak ve Suriye Krizinden Etkilenen Sığınmacılar için Geliştirilmiş Destek” projesi kapsamında gerçekleştirilen “Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları” toplantılarının üçüncü hafta programı bugün itibariyle başladı.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Akarca’nın da konuk olduğu, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ve Mülteci Destek Derneği (MUDEM) tarafından organize edilen toplantıya, bu hafta kapsamında Türkiye genelinden 140 yerel medya temsilcisinin yanı sıra Suriyeli gazeteciler de katıldı.

Aralık ayına kadar devam edecek ve 600’den fazla gazetecinin katılımının hedeflendiği basın buluşmalarının açılışı SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak’ın konuşmasıyla başladı. İbrahim Vurgun Kavlak, dernek ve çalışmaları hakkında bir sunum yaptı. Günümüzde saniyede iki kişinin yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldığını belirten Kavlak, “Bu rakam dakikada 30 kişi ve günde 45 bin kişinin maalesef ki yerlerinden olduğu anlamına geliyor. Türkiye Eylül ayı itibariyle 3 milyon 567 bin 658 Suriyeliyi ülkesinde ağırlamaktadır. Şu anda Türkiye’nin neredeyse her ilinde Suriyeli nüfusu bulunuyor. Suriyeli sığınmacıların yanı sıra çokta gündeme gelmeyen toplamda 400 bine yakın 85 ülkeden gelen sığınmacı ve mülteciyi ağırlamaktayız” ifadelerini kullandı.

Kavlak konuyla ilgili şunları söyledi:

“Sığınmacıların kalış sürelerine bağlı olarak görünürlüklerinin artması ve buna bağlı olarak da toplum içerisindeki etkileri her geçen gün çeşitli aşamalarda ortaya çıkmakta. Bu etkilerin basın mensupları ile etraflıca kamu yararına dayalı olarak değerlendirilmesi bizim için oldukça önemli. Dünyada 2013 yılından beri en fazla mülteci ağırlayan ülke konumumuzu sürdürmekteyiz. Bu alanda en çok ihmal edilen konulardan biri de basın mensuplarının konu hakkında kapsamlı bir şekilde bilgilendirilmesi ve toplumsal alandaki rolünün daha fazla öne çıkarılmasıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de 46 yıllık gazetecilik kimliği ile bize destek veren dünyanın gündemindeki göç konusunun Türkiye’de de basın ile değerlendirilmesine ön ayak olan Sayın Mehmet Akarca’ya desteklerinden dolayı teşekkürlerimizi sunarız. Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Avrupa Birliği ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde sağlanan fonlar kapsamında 24 aylık bir projenin faaliyeti olan basın buluşmaları, tüm saha çalışmalarını tamamlayan ve destekleyen en önemli faaliyetlerimizden biri. AB fonları çerçevesinde yürütülen projenin çalışanları adına Avrupa Birliği’ne vermiş olduğu desteklerden ötürü ayrıca teşekkürlerimizi sunarız. Proje ortağımız Mülteci Destek Derneği’ne ve yine işbirliğinden ötürü diğer sivil toplum kuruluşlarına teşekkürlerimizi sunar, Türkiye’nin dört bir yanından bizleri kırmayıp gelen siz değerli basın mensuplarına yeniden hoş geldiniz der, saygılar sunarım.”

Türkiye’yi çok seven insanlar olarak ülkelerine dönecekler

SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak’ın ardından söz alan T.C. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Akarca iseBurada insan sevgisi konusunun altını çizmek istiyorum. Çocuğunu kucağına almış, karısının elinden tutmuş, annesinin arkasından ceketine yapışmış insanlar… Birkaç tanesi can havliyle Türkiye sınırına doğru koşarak geliyor. Arkadan ateş açmışlar onlardan kurtulmaya çalışıyorlar ve Türkiye sığınıyorlar. Ondan sonra da Türkiye ne yapacak? Tabi ki sınırlarını açacak, bağrına basacak. Başka bir şey olması mümkün mü? İnsan sevgisi bu değil mi? Ama gördük değil mi birlikte? Çocuğuyla koşan adama çelme takan kameraman da var. Yazın sıcağında, güneşin alnında, su bile vermeden, bir tel örgünün arkasına yaptıkları alanda bu insanları bekleten ülkeler de var. Düşünüyorum, bu durumun üstesinden Türkiye geldi. O bölgede hayat normale döndüğü zaman, bu insanlar tekrar ülkelerine dönecekler ve döndüklerinde Türkiye'yi çok seven insanlar olacaklar” diye konuştu.

Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak mülteci ve sığınmacı meselesine çok büyük bir hassasiyetle baktıklarını dile getiren Akarca, Bu konu çok önemli. Biz bugün, bu 4 milyon insanı büyük bir memnuniyetle bağrımıza basmış durumdayız ve bu işi en güzel sonuca ulaşana kadar devam ettireceğiz. Avrupa Birliği bazı konularda Türkiye’ye fonlar ayırır. O fonlar devlet tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe giriyor. Bu toplantının finansal desteğini Avrupa Birliği veriyor ama devlet tarafından tasdik edildiği için biz burada bu toplantıları gerçekleştirebiliyoruz. Bunlar devlet tarafından onaylanan projelerdir” ifadelerini kullandı.

Kayıp bir neslin önüne geçmeyi amaçlıyoruz

Mehmet Akarca’nın konuşmasından sonra AB Türkiye Delegasyonu Uluslararası İşbirliği Sorumlusu Pierre-Yves Bellot bir sunum yaptı. Türkiye'nin sığınmacılara vermiş olduğu desteği takdire şayan olarak dile getiren Bellot, çalışmalar hakkında bilgi verdi. Suriyeli çocukların eğitimi konusunda da büyük yatırımlar yapıldığını ifade eden Bellot, “Türkiye dünyanın takdirini kazanmış durumda. Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Suriyeli öğrencilere kapılarını açmış ve bu öğrencilerin kayıp bir neslin olmasını engellemek amacıyla eğitimlerine devam etmekte. Avrupa Birliği mali yardım fonlarının öncelikli alanlarının bir tanesini de Suriyeli sığınmacı çocukların bu eğitimi oluşturuyordu ve bunun için yaklaşık 1 milyar avroluk bir yatırım gerçekleştirdik. Eğitim alanındaki bu yardımın amacı elbette ki okula devamlılığın arttırılması ve yine aynı şekilde bunları sonuçlarından ölçülmesiydi” dedi.

Ünal: “Bir sığınmacının bir ülkede ortalama yaşama süresi 20 yıl”

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Dış İlişkiler Görevlisi ve Sözcüsü Selin Ünal da basın buluşmalarında bir sunum gerçekleştirdi. Dünyada bir sığınmacının başka bir ülkede yaşama süresinin ortalama olarak 20 yıl olduğuna değinen Ünal, “Aslında bu insanlar 20 yıl boyunca mülteci olarak yaşıyorlar. 20 yıl hayat demek, gittiğiniz, dilini, kültürünü bilmediğiniz bir yerde yeniden ayağa kalkmak demek. Yaşlı bir insansanız daha farklı ihtiyaçlar içindesiniz. Dolayısıyla gerçekten insanları çok fazla mağdur eden bir süreç” diye konuştu.

Sığınmacı ile göçmen kavramları arasındaki farkı sürekli anlatmaya çalıştığını belirten BMMYK Sözcüsü Ünal, “Göçmenin bir koruma ihtiyacı yok aslında. Geri dönebilir ama bir sığınmacının ülkesine döndüğünde savaş ortamının içinde olma riski var. Hayatını kaybetme riski var. Biz, belki bunu haber kanallarında okurken, yazarken ya da dinlerken, gördüğümüzde okuyup geçiveriyoruz. Ama aslında politik anlamda bakarsanız Suriyeli göçmen olarak tanımladığımız bir kişinin, bir koruma ihtiyacı içinde olduğunu göz ardı ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Konuşma sunumların ardından gazeteciler, SGDD’nin Mamak ve Altındağ’daki ofislerini ziyaret ederek, yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldı. Basın Buluşmaları’nın üçüncü hafta programı 21 Ekim Pazar gününe kadar devam edecek.

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları Üçüncü Haftasında

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan anlaşmalar çerçevesinde, Türkiye hükümetinceuygun görülen ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Türkiye’deki Irak ve Suriye

Krizinden Etkilenen Sığınmacılar için Geliştirilmiş Destek” projesi kapsamındagerçekleştirilen “Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları” toplantılarının üçüncü haftası bugün ikinci gün programı ile devam etti.

Karataş: “Mültecilerin Türkiye'deki entegrasyonu ve uyumu bizim için önemli”

Basın buluşmalarının ikinci günü, Mülteci Destek Derneği (MUDEM) Genel Koordinatörü Safa Karataş’ın dernek ve proje hakkında bilgilendirmesiyle başladı. Karataş, “Doğrudan insanlara anadilinde ulaşabilmek adına hukuki danışmanlık,psiko-sosyal destek faaliyetleri ve bununla beraber en önemli faaliyetlerden bir tanesi belki genel halkla uyum ve bütünleşmefaaliyetleri gibi faaliyetler yürütüyoruz.Sosyal barışa katkı sunduğumuz düşünüyoruz. En azından böyle bir çabamız var. Bu anlamda mültecilerin Türkiye'deki entegrasyonu ve uyumu da bizim için hayli önemli bir konu” şeklinde konuştu.

Kavlak: “Mültecilerle ilgili medyada

 yer alan her haber algıyı yönlendirmektedir”

MUDEM Genel Koordinatörü Safa Karataş’ın ardından söz alan SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak ise dernek hakkında verdiği kısa bilgilerin ardındanmültecilerle ilgili doğru terminoloji ve kavramların kullanımı hakkında bir sunum yaptı. Göçmen, mülteci, sığınmacı ve geçici koruma ile ilgili tanımları anlatarak, medyadaki yanlışkullanımların en aza indirilmesi gerektiğini belirten Kavlak, basında yer alan her haberininsanların bakış açısını doğrudan değiştirdiğine de dikkat çekerek, “Mültecilerle ilgili medyada yer alanher haber algıyı yönlendirmektedir. Bu konuda gerçekten hassasiyetgösterilmesi gerekiyor” diye konuştu.

Ülkeler, göç konusunda üç kalıcı çözüm ürettiler

2. Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle Avrupa'da çok ciddi bir nüfus hareketliliğinin oluştuğunu ve bu nüfus hareketleri evresinde ülkelerin sınırlarının değiştiğini ifade eden İbrahim Vurgun Kavlak, “İnsanlar yer değiştirdi ve işte bu yer değiştirmelerden kaynaklı sıkıntıları çözebilmek amacıyla ülkelerde konuya uluslararası çözüm getirme arayışı içerisine girdiler. Ardından 3 kalıcı çözüm tespit etmiş oldular. Bunlardan birincisi gönüllü geri dönüş, ikincisi yerel bütünleşme, üçüncüsü de üçüncü bir ülkeye yerleştirme. Gönüllü geri dönüş dünyada en fazla uygulanan çözüm olmakta. Yani kişilerin ülkelerindeki mültecilik yaratan sebepler ortadan kalktığında gönüllü olarak ülkelerine geri dönmesi.İkincisi yerel bütünleşme dediğimiz konu.Yerel bütünleşme, kişilerin sığındıkları ülkelerin kültürlerine, sosyal yapısına uyum sağlama süreçlerinin sonunda mültecilik statüsü de alarak ve devamında da belki vatandaşlığa geçmeleriyle son bulacak bir bütünleşme durumudur.Bu henüz Türkiye'de çok mümkün olmayabiliyor. Bunun da sebebi Türkiye'nin yine 1951 Cenevre sözleşmesine coğrafi bir kısıtlama ile imza atmış olması. Türkiye, Avrupa Konseyi'ne üye olan ülkelerin dışından gelen kişilere mülteci demiyor. Üçüncü olarak, üçüncü bir ülkeye yerleştirme konusunda ise her yıl ülkeler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne belli kotalar belirlerler ve belirlenmiş olan bu kotalar çerçevesinde mülteci statüsü tanınmış olan kişiler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği aracılığıyla bu ülkelere yerleştirip üçüncü bir ülkede hayatlarına devam ederler. Bu aslında dünyada en az uygulanan çözüm.Toplam mülteci nüfusunun sadece yüzde biri üçüncü ülkeye yerleştiriliyor” dedi.

Gürses: “Ayrımcılık algısı oluşturulmasını doğru bulmuyorum”

Kavlak’ın ardından yerel medya mensuplarıyla bir araya gelen Kanal D Ankara Temsilcisi Ercan Gürses de ‘Medya ve Etik’ konusunda bir konuşma yaptı. Etikle objektivite kavramının doğrudan ilgisi olduğunu düşünmediğini dile getiren Gürses, “Aslında herkesin objektif olmadan subjektif bakış açısıyla bir haberi verdiğini düşünüyorum. Ama bu süreç zarfı içerisinde en azından bazı etik değerlere uyarsak mesela haberi oluştururken en azından iki tarafın da sesini duyurmak adına toplumsal sorumluluk içerisinde hareket edersek, bütün taraflarla istişare ederek bu haberi değerlendirirsek, bu bizi daha etik davranmaya itebilir. İçinde bulunduğumuz toplumda,‘Bana ne? Neden ilgilenmeliyim?’ dediğimiz birçok şey de olabilir.Ama habercilik yaparken bunu söyleyemeyiz.Çünkü topluma zarar verebilecek bazı konular vardır.Mesela devletin çok önemli sırlarını sorgulamadan açığa çıkarmanın etik habercilik olmadığını düşünüyorum.Aklıma gelen ilk örnek olduğu için söylemek istedim. Bunun dışında etik bazı değerler var.Toplumun bazı değerleri var. Suriyeli sığınmacılar gündeme geldiğinde mesela onları toplumda düşmanlaştıracak, ayrımcılık yapılmasına yol açacak haberlere özellikle yer vermemek gerekir.Algıları bu şekilde işlemeyi de doğru bulmuyorum” şeklinde konuştu.

Güler: “Medya’da çocuğun yanlış temsili duyarsızlaşmaya sebep olabilir”

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) olarakçocukların medyada nasıl temsil edildiği konusunda çok dikkat edilmesi gerektiğini dile getiren UNICEF Türkiyeİletişim Uzmanı Tülay Güler, “Sadece biraz daha fazla izlenecek diye çocuk üzerinden duygu sömürüsü yapılmaması ya da çocukların onur kırıcı faaliyetler içinde görüntülerine yer verilmesi doğru değil. Sosyal medyada çocuğun kullanımı konusunda da çok fazla kontrolsüzlük söz konusu. Bununla ilgili biz UNICEF olarak çocukların medyada bu şekilde yer almasına izin verilmesini çok uygun bulmuyoruz. Ama bu aslında kişisel bir tercih. Çünkü örneğin Aylan bebek fotoğrafını kullanmak çok daha fazla insanın canını yakmakla beraber, çok daha fazla insanın harekete geçmesine sebep olacak. Ama bir süre sonra bu fotoğrafları görmek insanlarda bir alışma sürecini de yaratabilir ve duyarsızlaşmaya da neden olabilir. O yüzden bu tarz görüntülerin yer alması gerçekten biraz da kişisel görüşlerle, vicdani hesaplaşmalar sonucunda yapılmasına karar verilmesi gereken bir konu. Ama dediğim gibi biz UNICEF olarak genel anlamda çocukların bu şekilde medyada yer almasının olumsuz sonuçlarını daha fazla düşünüyoruz” diye konuştu.Basın buluşmalarının ikinci gününde GlobalHaber Ankara Temsilcisi Faruk Demirel, TRT Dış Haberler Müdürü Ahmet Görmez ve gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Mürsel Acayda medya mensuplarıyla kısa bir sohbetgerçekleştirerek, mülteciler konusunda görüşlerini ve yapılan haberlerin içeriklerinde neleredikkat edilmesi gerektiğini anlattılar.

Sosyal medya ciddi bir silah olabilir

Sohbette sosyal medya konusuna değinilirken, sosyal medyanın etkili kullanıldığı zaman insanları etkileme potansiyeli olan ciddi bir silah olduğunu ifade eden Faruk Demirel, “Sosyal medyaya yansıyan haberler konusunda dikkatli olmak lazım. Sosyal medyanın kışkırtmalarıyla büyüyen olaylar konusunda bizlerin bu haberleri ekrana taşımayarak bir otokontrol vazifesi gördüğünü düşünüyorum. Çünkü çok lokal bir olay,bir ilin bir ilçesinin belki bir kasabadan daha küçük bir beldesinde meydana gelen bir olay,eğer bizim aracılığımızla Türkiye'nin gündemine getirilirse bütün Türkiye genelini etkileyebilecek bir potansiyel taşımaktadır” şeklinde konuştu. Aynı konuyla ilgili olarak Ahmet Görmez ise, “Sosyal medyayı dinamit gibi bir maden açmak için de kullanabilirsiniz. Birilerine saldırıp, onun hayatını sona erdirmek için de kullanabilirsiniz. İyi ya da kötü kullanmak sizin elinizde. Nasıl ki bir elinde dinamit olan herkes iyi niyetle değilse, sosyal medyada da herkes iyi niyetli değil. Birkaç gün önce uluslararası bir araştırma vardı, ‘Sosyal medyada yalan bir haberin yayılma hızı doğru bir haberin yayılmasından 6 kat daha fazla’ diye. Çünkü yalan haber, sansasyon üzerinden gidiyor ve sansasyon çok daha hızlı bir şekilde ilerliyor” dedi.

Görmez: “İnsanlar için bir sorumluluğumuz var”

2012 yılında Suriye’de başından geçen ve kendisini çok etkileyen bir olayı paylaşan TRT Dış Haberler Müdürü Görmez, savaş anında bir yerden kaçmanın ne demek olduğunu şu sözlerle anlattı:

“Hatay’la Suriye sınırında Azmarin Köyü’nün orada sığınmacılar Asi Nehri’nden Türkiye'ye kaçmaya başlamıştı. Bir anne, elinde bebeği. Herhalde bebek en fazla 40 günlük ufacık bir şeydi. Kadın kayığın içinden bebeğini bana uzattı. Biz kıyı tarafındayızve kayık ufak ufak sürükleniyor.Şimdi düşünüyorum, kadın beni tanımıyor.Ben ruh hastası olabilirim, çocuğu alıp suya atabilirim.Çocuğuöldürebilirim, kaçırabilirim.Belki suya düşecek çocuk bilemiyorsunuz yani. Annenin kıyıya çıkıp çıkmayacağı da belli değil.Çünkü orası sıkıntılı bir kayalıktı. Bebeği aldım sonra anne de geldi, bebeği teslim ettik. O zaman çocuğum yoktu. Şimdi olsa muhtemelen atlar da alırım çocuğu. Ben ne zaman yolda bir Suriyeli görsem,aklıma o insanlar geliyor. İnsanlar için bir sorumluluğumuz var.Hangi dili konuştuğu, hangi dine mensup olduğu, ne yaptığı hiç önemli değil.Eviniz var. Mahalleniz var. Komşularınız, arkadaşlarınız, aileniz var. Hayatınızda bunların hepsinin bir anda elinizden gittiğinidüşünsenize.Şimdi kim bunların tamamını bırakıp gidebilir? Ben bunu Gazze'de gördüm.Ben bunu Kuzey Irak'ta gördüm.Ben bunu Suriye'de gördüm. Afganistan'da gördüm.Şimdi ‘Suriyeliler Suriye'ye dönsün’ diyorlar. Nereye dönecekler?Hangi eve dönecek?Evi yok, apartman yok, o mahalle yok ortada.Basın mensupları olarak bunu göz ardı etmememiz gerekiyor.”

Acay: “Onlar için elimizden geleni yapmak zorundayız”
Görmez’in konuşmasına ek olarak Mürsel Acaydayaşadıklarını şöyle anlattı: “‘Suriyeliler dönsün’ diyoruz. 1992 yılında güvenli bölge oluşturulduktan sonra dönebildiler.Ben Kuzey Irak'a göreve gittiğim zaman o dönemde çocuk olanlar büyümüş orada idareci olmuşlar, polis müdürü olmuşlar, iş adamı olmuşlar.2000’li yıllarda Suriye'de gazetecilik yaptığım dönemde Suriye'ye Türk malı çok giderdi. Türk haftaları düzenlenir, bizim mallarımız orada satılırdı.İthalatların büyük çoğunluğunu bizden yaparlardı.Niye? Türkiye'yi dost olarak gördükleri için… Ancak şimdi ölümün kol gezdiği o yerlere geri dönmelerini istiyoruz.Suriyeli dostlarımıza elimizden geleni yapmak zorundayız.Biz aynı durumda olsaydık ve oraya gitseydik eminim ki Suriyeliler de bize aynı muameleyi gösterilerdi.”

Shereef: “Ülkenize olan sevginize hayranız”

Günün son oturumunda ise Suriyeli gazeteciler Ali MohammedShereef, Elham Esmail Hakkıve SubhiDusouki, “Suriyeli Gazetecilerin Gözünden Mülteciler” başlığı altında konuşmalar yaptılar.

Konuşmasında yaşadıkları ve içinde bulundukları durumu anlatan Ali MohammedShereef, “Medya çalışanları olarak çok önemli ve çok büyük bir görev yerine getirmekteyiz. Medya her zaman geleceğin şekillenmesinde büyük bir söz sahibi. Gerçeğin insanlara aktarılması büyük bir sorumluluktur. Biz her zaman sizin sevginize, bize karşı davranış biçiminize ve sizin kendi ülkenize olan sevginize hayranız.Keşke biz de kendi ülkemizde işlerimizi yapabilseydik, keşke bizim de böyle bir hükümetimiz olsaydı.Ama ne yazık ki böyle oldu” şeklinde konuştu.

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’nınüçüncü hafta programı yarın gerçekleşecek bir oturum ve değerlendirme konuşmasıyla devam edecek.

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’nın ikinci haftası tamamlandı

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’nınüçüncü haftasının son günü Türkiye Haber Kameramanları Derneği Başkanı Aytekin Polatel ve Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Başkanı Rıza Özel’in “Haber Kameramanlarının ve Foto Muhabirlerinin Gözünden Mülteciler” konulu oturumu ile başladı.

Haber kameramanlığının zorluğuna dikkat çeken Aytekin Polatel, özellikle mültecilerin yaşadığı dramları çekerken duygusal anlar yaşadıklarını belirterek, “Haber kameramanlarının çektiği görüntüler ülkelerin bile çok önemli kararlar vermelerine neden oluyor. Çektiğim birçok görüntüde ağladığım çok zamanlar oldu. Haber kameramanları çok önemli görevler üstleniyor. Bir STK olarak da farkındalık yaratmaya yönelik çalışmalar da yapıyoruz. İletişim fakültelerinde sığınmacı ve mültecilere bakışlarına yönelik çalışma yaptık. Genç iletişimciler haber yarışması yaptık.Bölgelerindeki mülteci haberlerine yönelik. 50’ye yakın görüntü geldi. Bakış açıları dram, çalışma hayatı ve göç yolculuğu üzerine yoğunlaşmıştı” dedi.

2015 yılında gerçekleştirdikleri yarışmanın tanıtım filminin ardından bu yarışmanın önemini dile getiren Polatel, “O seneki konu başlığımız ‘Gençler için mülteciler’di.Şimdi haber kameramanlığı öyle bir meslek ki 7 gün 24 saat kamuoyunun gözü ve kulağı oluyorsunuz.Kimin için görüyorsunuz, kimin için duyuyorsunuz? Tabi ki kamuoyu için görüp duyuyoruz.Biz dünyanın en sıcak bölgesinde görev yapan insanlarız.Meslektaşlarımızla beraber dünyanın en sıcak bölgesinde görev yapan insanlarız. Bizim çektiğimiz görüntüler ülkelerin savaş ve barış kararı vermelerine neden oluyor.Küçük bir detay ile küçük bir görüntüyle toplumların harekete geçmesine, ülkelerin bir karar verme noktasına gelmesine neden oluyor.O yüzden gelecekteki bu mesleği yapacak olan insanların da meslektaşlarımızın da neler düşündüğünü görmek için bu yarışmayı yaptık ve çok güzel sonuçlar elde ettik” ifadelerini kullandı.

Polatel’den sonra söz alan ve gösterdiği göç fotoğraflarının hikayelerini ve mesleğin zorluklarını dile getiren Rıza Özel ise, “Belki biraz daha bu kareleri akılda tutarak insanların yaşadıkları durumları ortaya koymaya çalışmalıyız. En azından kendi coğrafyamızda bu hikayeleri fotoğraflarla anlatırken onlar için neler yapabiliriz ya da onlara zarar vermeden bu işi nasıl yapabiliriz bunu düşünmek lazım” şeklinde konuştu.

Sosyal medya fotoğrafları manipülasyona çok açık

Konuşmasında sosyal medyada yayınlanan fotoğraflarla yapılan haberlere de değinen Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Başkanı Özel, “İnandırıcılık önemli. Bunu da görselle sağlıyorsunuz. Çok iyi foto manipülasyon yapanlar var. Anlık fotoğraf atanlar var.Bunun ayrımını yapabilmek gerekiyor. Ben bir foto muhabiri olarak en azından bu alanda bir dernek başkanı olarak her yerde söylüyorum.Bu tür fotoğrafları kesinlikle kullanmayın.Sosyal medya asla güvenilir bir kaynak değil.Manipülasyona çok açık” ifadesini kullandı.

Kavlak: “Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil, dünyanın sorunu”

Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları üçüncü hafta programının kapanışını SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak gerçekleştirdi. Bubuluşmalar sayesinde yerel medya mensuplarıyla bir araya gelmekten mutlu olduklarını dile getiren Kavlak, her sene bu organizasyonun daha da büyüyerek devam edeceğini belirterekşunları söyledi:

“Gazetecileri sabit bir yerde tutmak zor sabredip bizi dinlediğiniz içinteşekkürler. Toplantının verimli olduğunu düşünüyoruz. Sizden gelen geri bildirimlerdoğrultusunda yapmış olduğumuz toplantıları güncellemeye çalışıyoruz. Sizinle buluşmamız konusunda vermiş olduğu desteklerdendolayı özellikle T.C. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Akarca’ya çok teşekkür ederim. Göç konusu hep savaşla, yoksullukla ilişkilendirilir fakat bizmülteciler bohçalarını toplayıp gelemezler bilgi birikimleri ile birlikte gelirler diyoruz. Biz bucoğrafyanın insanlarıyız ve maalesef göç hareketlerinin yaşandığı bir toprakta bulunuyoruz.Göç konusunda üzülmekten başka yapacak şeylerinde olduğuna inanıyoruz. Göçe alanında en iyi habercilik ödülleri konusunu açılışta yaptığımız gibi kapanışta da bir vurgu yapmak isterim. Tabii ki göç konusunun temelinde aslında bir eşitsizlik durumu yatıyor. Yani konunun ana özü aslında birçok insanın refah içerisinde yaşadığı bir dünya düzeninde, kaynakları yeterli olmasına rağmen maalesef ki daha fazlasının yoksulluklar içerisinde yaşıyor olması. Ama bunun değişmesi tabi ki bu dünya içerisinde yaşayan kişilerin çabaları ya da çalışmaları ile mümkün olabilecek şeyler. Türkiye’de yaşanan mülteci konularınıAvrupa’da gittiğimiz tüm toplantılarda anlatıyoruz. Bunun sadece Türkiye’nin sorunu değildünyanın sorunu, insanlık sorunu olduğunu aktarıyoruz. Hepinize çok teşekkür ederim.”

Kavlak: “Öncelikli çabamız herkesin

insani olanaklara erişmenisağlamak olmalı”

Anadolu halkları olarak başka bir coğrafyadan gelindiğini ifade eden İbrahim Vurgun Kavlak, “Orta Asya'dan gelmişiz.Aslında göçmen kökenli bir ülkeyiz.Bugün Türkiye'nin misafir ettiği kişiler var ve bu kişiler sadece bilgilerini getirmiyorlar.Birtakım problemleri de elbette ki getirebiliyorlar. Bu tabi ki bir tartışma konusu. Türkiye'de 370 bin Suriyeli çocuk doğdu. 1 milyon 600 bin kişi, 18 ve 18 yaş altı nüfusu temsil ediyor. Dolayısıyla bundan birkaç yıl sonra Suriye'yitanımayan, Suriye ile tarihsel, toplumsal, kültürel ve duygusal bağı olmayan belki yaklaşık 2 milyon kişi burada olacak.Geri döneceklermiş gibi değil dönmeyeceklermiş gibi bizim planımızı yapmamı lazım.Ama dönmek isteyenlere tabi ki kapı her zaman açık. Aksi takdirde eğitime erişim, kamu güvenliği veya kamu yararı açısından risk oluşturabilir.Dolayısıyla bizim öncelikli çabamız herkesin insani olanaklara, hak ve hizmetlere, uyruk, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin erişmenin şartlarının oluşmasını sağlamaya çalışmak olmalı” şeklinde konuştu.

Kavlak: “Türk vatandaşlarının hastanelerde bekleme süreleriazalacak”

Kapanış konuşmasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kavlak, sığınmacıların sağlık hizmetlerine ulaşım sorunu hakkında kendisine yönlendirilen bir soru üzerine, “Sağlık Bakanlığı'nın Dünya Sağlık Örgütü ile beraber bir programı bulunmakta.Aynı zamanda ‘Sıhhat Projesi’ adlı bir başka projesi daha bulunmakta. Bu çerçevede oluşturulan bir komisyon, Suriye'de eğitim almış doktor ve hemşirelere bir sınav uyguluyor ve bu sınav neticesinde gerçekten Suriye'de tıp eğitimi almış olduğuna inanılan ve tasdik edilen kişiler bir eğitime tabi tutuluyorlar. Türk doktorlar tarafından aynı zamanda uygulamalı olarak ‘Göçmen Sağlığı Merkezleri’nde 6 haftalık bir oryantasyon programına tabi tutuluyorlar. Bizde o programın içindeyiz, merkezdeki eğitimlerin bir parçasıyız.Aynı zamanda psikolog ve sosyal destek hizmetleri de veriyoruz. Dolayısıyla bugün Sağlık Bakanlığı'nın yaklaşık 500 civarında Göçmen Sağlığı Merkezi Projesi var.Burada Suriyeli doktorlar, hemşireler, fizyoterapistler eğitim alıyorlar ve daha sonra kendileri sadece Suriyelilere bakmakla yükümlü oluyorlar. Bu çalışma ile Türk vatandaşları için kurulmuş olan devlet hastanelerinde bekleyen Türk vatandaşlarının bekleme sürelerini azaltmak, doktorların dil bariyerinden ötürü muayene sürelerinin uzamasını engellemek amaçlanıyor” dedi. Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ve Mülteci Destek Derneği (MUDEM) tarafından organize edilen ve aralık ayına kadar sürecek etkinliklere 600’den fazlagazetecinin katılması hedefleniyor.